Cumartesi, Aralık 5

CEHENNEME ÖVGÜ -Gündüz Vassaf Kitaplarım:5



Bu kitap nasıl anlatılır bilemiyorum.Bir arkadaşımdan duyduğum çok güzel tanımlaması bana yetmemiş olacak ki ancak bir sene sonra tesadüf eseri bir kitapçıda görüp edindim...Bilmeden yaptığım ne mantıklı hareketmiş meğer,kitabı aldığımdan beri okuyup ,bırakıp tekrar okuyorum ve gariptir ki yalnızca 3 sayfa bile okusam doyurduğunu hissediyorum,bir yerlere bir kaç taş eklediğini,beynimin bir yerlerindeki akışın hızlandığını...Kitaplığımda unutuyorum bazen onu ama kendisi ,kendini unutturduğu için değil ,benim beynimin çöplük bilgiler yüzünden onu hatırlayamaması yüzünden...Kitap başta ingilizce yazılmasına ve çevirisini okumama rağmen ,en azından benim gözümle görülen bir çarpıklık söz konusu değil.

Bu kadar öznel yorumdan sonra içinde neler olduğu hakkında biraz fikir edindireyim.Kitap perde ,perde ve her perdeyi araladığınızda başka bir gerçeğin ardını aralattırıyor.Evet böyle bir şey var, evet bu ne kadar mantıklı,bunu görmek zor değil aslında öyleyse neden...gibi bir sürü cümlevat kuruyor ve devam ediyorsunuz.Yazılanları hazmetmek için yavaş yavaş okumanız lazım geliyor . Özgürlük,cehennem algısı,kahramanlık,iktidar olguları ve bunun gibi pek çok konuya farklı bir açıdan bakıyorsunuz.Bu kadar sivri yazılmış
kitabın hala nasıl beynime girişinin nasıl bukadar yumuşak ve kolay olabildiğini ise hala kavrayamadım...

Yazarın siyasi görüşü vs. umrumda bile değildi,tek gözüken söyledikleri ne kadar da mantıklıydı,bazı şeyler ne kadar da içler acısıydı ve aslında isteyince ne kadar da kör olabiliyorduk...Dili ise ilk başta akademik gözükebilir ama kesinlikle akıcı ve net.Aydınlar arası yazalım ,anlayanlar okusun ,diğerleri zaten anlamaz vs gibi bir algı ise kendini bu kitapta yalanlatıyor...Herkesin okuyup üzerine tek tek düşünmesi gereken konular ve bu da herkesin mutlaka birkaç kere okuması gereken bir kitap...

Onun dışında basit gibi gözüken ayrıntılarda gayet hoş,kitabın kapağının arkasında ve son kısımdaki iskelet figürü , her bölüm başındaki alıntılar ise bu hoşluklardan...Şimdi sosyolojik uyuz bir kitap öneriyordur diye düşünülmesin sakın,değil çünkü...

Okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum.Böyle bir kitap var ve hala okumadınız mı?Çok ayıp...

Çarşamba, Kasım 25

GAMER-OYUNCU Arşivimden:21

Evet ,bir süredir nedense diğer bloguma göre buraya üvey evlat muamelesi gösteriyorum.Anlayış göstereceğini umuyorum,insan sadece akşamları oturunca film,kitap yada herneyse üzerine yazmak ,bir şiir,deneme ,hikaye yazmak yanında daha nötr ,duygusuz kalabiliyor.

Şimdi tüm bunların felsefesi yerine izlediğim filme geçelim: ‘Gamer’.Bu film abimle izlemeye tereddüt ettiğimiz çünkü bazen olumlu bazen olumsuz yorumlar alan filmdi ama artık aştık onu.Gerard Butler başrolümüz.Adam Spartalı’dan sonra aldı başını gitti ,sürekli yeni bir film yada karakterde görüyoruz.Yalnız bu filmdeki sert duruşu ,mavi gözlerini kamçılayan tozlu,pislikli asker makyajı pek oturuyor kendisine.Zaten Spartalı'da da öyleydi üstüne karanlık çekim de olunca ürkünç bir komutan olmuştu ve normal halinin sarışın, baya baya masum bir şey olduğunu görünce şaşırmıştım - ohalini de kullanıyorlar gerçi romantik komedilerinde-.Neyse aslında senaryo ilginç,idam mahkumları bir tane uyanık –paragöz tarafından bir projeye dahil ediliyor.Bu projeden kasıt ise dışarıdan oyuna para yatıran zenginlerin, bu idam mahkumlarıyla oluşturulan oyunu ve oyuncuları kontrol edebilmesi.Yani bizim Gerard’ın eline bildiğimiz oyunlardaki gibi silah seçiyoruz,yönlendiriyoruz,hedefleri vurduruyoruz ve level atlıyoruz,tüm dünyada buna şahit oluyor.



Az önce söylediğim uyanık-paragöz ,tüm bunların başlangıcı olan adam mahkumların beyinlerine bir madde verip,dışarıdan kontrol edilebilir hale getirtiyor.Böylece tık ,tık adam sen ne dersen ona göre hareket edebiliyor.Tabi kendi düşünceleri yok mu bu sırada,var ama elinden gelen bir şey yok.Bunu yapan kim dersiniz,gerçek ismini boşverin,bizim Dexter yahu,hani milleti pek hijyenik şekilde kemiklerine ayıran ,duygusuz gerçek Dexter.



Devamında oyun adıyla Kable levelleri bir bir atlıyor,sonra kurtulmak için bir şans elde ediyor,bu sırada karısını ,kızını da kurtarması lazım vs vs böyle devam ediyor…Dedim ya konu gayet güzel aslında da birşeyler eksik.Film kısa değil ama bir anda bitiyor hissi var.Tamam akıcılık da bu etkenler biri ama asıl neden tam doyurmaması.Biraz daha yedirmeleri gerekirdi ,sonrasında finali gayet Türk filmi kıvamında ve çok da uyuşmamış.O kadar materyal,teknoloji kullandık,filmi buraya kadar getirdik aman bu da böyle bitsin demişlerdir herhalde diye güldüm içimden.Birde şu Amerikan sapıklıklarını araya katmasalar ölürler,sanki film onlar olmadan izlenmeyecek.Kızdırdılar beni gene ya neyse vakit geçirilir bir film diyelim ve kapatalım.

Pazar, Kasım 1

THE Boondock Saints- ŞEHRİN AZİZLERİ-arşivimden 20



Bu filmi izlemekte geciktiğim için kendimi kınıyorum hatta güzelce bir pataklıyorum.99 yapımı bu film tipik bir ganster filmi değil kesinlikle.Normalde oyuncu listesini direkt vermem ama burada veresim geldi:Willem Dafoe, Sean Patrick Flanery, Norman Reedus, David Della Rocco, David Ferry...Başta çalan müzik ve kilise sahnesiyle filmin orjinal olduğunu anladım.Konusunu anlatmakla da duygusunu alabileceğiniz bir film değil.Bazen bu tür filmlerden aldığım zevk yüzünden bir yanımın sadist olduğunu düşünüyorum.Mcmanus kardeşlere -ikisi manyak güzel bir uyum yakalamışlar ,özellikle murphy 'e bayıldım- kendinizi kaptırıveriyorsunuz.Onlar adam biçerken siz filmin felsefesi üzerine kafa yoruyorsunuz . İllaki bahsetmem gerekirse biraz,arkadaşlarına yardım ederken,birkaç mafyayı öldüren Mcmanus kardeşlerin ,bu olaydan çok güzel bir şekilde paçayı sıyırıp hatta bununla şehrin melekleri diye anılmalarıyla başlıyor herşey.Dünyadaki kötülüğün temizlenmesini kendilerine görev sayıp şehirde yalnızca kötüler arasından seçtikleri insanlarla katliam yapıyorlar .Tabi bu arada pek bir inançlılar,haçlarını ve kiliseye gitmeyi asla unutmuyorlar.Tabi insanları öldürmeden diz çöktürüp okudukları dua ise sizi bitiren nokta oluyor.Tabi devamında gelişenler daha da büyüyor,babaları ortaya çıkıyor ve neredeyse kurumsallaşıyorlar vs vs.



Sanırım işin dini kısmı ve kötülüğün temizlenmesi konusu bu filmi mükemmelleştiren unsurlar.Öldürmenin kötü olduğunu biliriz,işte dinen yasak olduğunu vs biliriz ama içimizde biryerde adaletin başka şekilde de sağlanabileneceğini haykıran ama bastırdığımız bir kısım vardır ya bunu açığa vuruyor bu film.Tabi bunu da abartmamak lazım her insan aslında sadisttir,içimizde zincirlidir gibi bir genellemeye varmıyorum sakın ha- bazılarında öyledir ama neyse-.Neyse sonuçta vaktinizin boşa gitmeyeceği harika bir film.2.cisi kapıdaymış bir de ,hatta çıkmış bile olabilir.Onu gerçek zamanlı izlemek nasip olacak hiç değilse,birazcık yaşlanmışlar elbet ama olsun,10 yılda neler değişmiyor,iyi seyirler izleyecek olanlara...

Çarşamba, Ekim 28

ECHELON-ADIM ADIM KOMPLO -2009 -arşivimden 19

Belli bir aradan sonra tekrar yazmak güzel,film izlemeye devam etsem de hayatın yoğunluğu ve bunaltıcı etkisi buraya uğrama sıklığımı azalttı diyelim.Shane West bu filmi seçmemde etkin sebepti,yani konusuna çok da dikkat etmemiştim.



Hatta sıkıcı bir film olduğuna dair bir önyargıyla birlikte film haftalardır bekliyordu bir köşede .Laf uzamadan ve okuyanlar bayılmadan filme geçersem,Washington -beyaz saray vs-dalavereleriyle ilgili filmler niteliğinde diyebilirim,kabaca tabi.Max -S.west- gönderileni bilinmeyen bir paket alır ve içinde bir telefon bulur.Bu telefonla bilinmeyen gönderici tarafından mesaj alır ve kendisinin de nedenini anlayamadığı bir şekilde yönlendirilmeye başlar,sonra kendini Prag'da bir kumarhane'de bulur,inanılmaz kazanmaya başlar,bu telefondan gelen tüyolarla tabi -telefondaki kişi her nasılsa Max'in her hareetini saniye saniye takip edebilmekte ve onu tehdit edebilmektedir-,kumarhane sahibi parasından ötürü ,FBI da daha önce benzeri şekilde yönlendirilip öldürülen kişiler yüzünden Max'i gözetime alır .Olaya başkan da karışır işler karışır vs vs.İşte böyle gidiyor.İçinde bilmeceler barındıran yok o değil bu yok öyle değil böyle vs diye gelgitler içinde film akıp gidiveriyor.Bittiğinde verdiği zevk güzel.Bizim hacker şoför onu da pek bir beğendim göreceksiniz efenim.



Yalnız kısa bir eleştirim olacak genelde filmleri yok şu mesajı verdi bunu nasıl yapar,bu şuna hakarettir vs şeklinde izlemem sadece tadını almaya çalışırım tabi o belirttiğim durumdan ötürü tad vermezse o da ayrı bir konu ya.Neyse filmi beğendim de,bu tür filmlerde sıklıkla gördüğümüz genious(!) Amerikalı istihbaratçılar,hackerlar,başkanlar ,şunlar bunların çemberinde dönen bir sırlar ,entrikalar bombası vardır ve bunu sadece onlar bilir ve dünyayı bir şekilde oynatma kudretine sahiptirler ya,işte bu 10 kat yatağımın altına bir bezelye tanesi koyup rahatsız ediyor.Hani heroes'ta şirin Japon insanı Nakamura nasıl her seferinde dünyayı kurtardım diyor bunlarda aynı hesap tek şıkla elimizi 2 cm geri kaydırsak dünyayı batırırız 2 adım ileri kaydırsak kurtarırız diyor ,peki orjin ne ,sanırım ne ileri ne geri durumu merkezde kalıp düzenleri birbirine bağlı bırakmak ve bu dengenin bozulması tehdidiyle düzlemden eleman ayırmamak.Politika çamurdur der adını unuttuğum bilir kişi,o yüzden elime bulaşmadan uzaklaşıyor ve sevimli sayfamı daha fazla karalara büründürmek istemiyorum...İyi seyirler...

Cumartesi, Ekim 3

Big Bang Theory 'nin manyak replikleri chapter:1

Genel itibariyle Leonard ve Sheldon arasındaki tartışmalara bayıldığım için onlardan bir kaçını arada bir koyacağım buraya ...İşte :

Sheldon-Beslenmemiz, dışkılamamız... ...ve hücrelerimizin ölmemesi için
yeterli oksijeni almamız gerek. Geri kalan her şey opsiyonel.
Leonard-O zaman şöyle söyleyeyim: Ben yapıyorum.
S-Yapamazsın. Baş yazar benim.
L-Hadi ama, baş yazar olmanın tek sebebi
adımızı alfabetik olarak sıralamaları.
S-Bu benim fikrim diye aşağılanmaman
için öyle düşünmene izin verdim.


S-Merdivenler hakkında ilginçbir şey duymak ister misin? Eğer bir basamağın yüksekliği iki milimetre bile yanlış olursa birçok insan tökezler.
L-Bana ne! İki milim doğru değil gibi görünüyor.
S-Hayır, bu doğru. 12 yaşındayken bazı seri deneyler yapmıştım. Babam köprücük kemiğini kırmıştı.
L-Seni bu yüzden mi yatılı okula gönderdiler?
S-Hayır. O, lazer
çalışmalarım yüzündendi.

Cuma, Eylül 25

DISCRICT 9- 9.BÖLGE-Arşivimden 18

Esaslı filmler salonuna hoşgeldiniz efenim.Çünkü şimdi bahsedeceğim film hakkaten bu sıfata dahil.Bilim kurgu filmlerinde hani neyin ne olduğunu bilir ama izlediğiniz süre içinde kabullenirsiniz ya,bu film için çok da çaba harcamaya gerek kalmıyor.Mümkün olduğunca efektlerden vs uzak durulmuş,hikayeyse sıradan gözüküyor ama çok gerçekçi işlenmiş.Uzaylılar dünyamıza geliyor ve zamanla devletle anlaşma yapılıyor ve kendi alanlarında yaşıyorlar.



Tabi çok da insancıl ya da tatlı yaratıklar değiller.Bu yüzden onları bulundukları yerden daha uzak yani insanlara ulaşamayacakları bir yere taşımak istiyorlar ve bunun için ekipler yolluyorlar kapılarına.İşte problem buradan itibaren başlıyor.Ekip başının -Wicus-uzaylıların blogunda yanlışlıkla bir sıvıya dokunması sonucu vücudunda değişiklikler olmaya başlar.Artık kendi Dnası ve uzaylı Dnası karışık halde bulunmaktadır ve hayatı asla eskisi gibi olmayacaktır.Ayrıca uzaylıların üstün silahlarını çalıştırmak isteyen bir şirket bunun için uzaylı Dnasına ihtiyaç duymaktadır ve Wicus onlar için mükemmel bir kobay olacaktır.


İlk sahnelerde aman aman atraksyon vs yok hatta daha çok son sahnelerde görüyoruz.Tabi bu eksiklik gibi görünmüyor.Ara ara belgesel havası verilmesi -röportajlar vs.- ve dönüşüm sürecinin aşama gösterilmesi dokunulurluğunu iyi derecede artırmış.Ve de kedi mamasına bayılan uzaylılara silah karşılığı mama satan siyahi çeteler güzel bir ayrıntı olmuş.Çünkü gerçek dünyada da böylesi olası olurdu.

Onun dışında son sahneyi herkesin seveceğinden eminim yani metal gül...

The Big Bang Theory-Dizilerim:3


Şu cnbc-e olmasa -Ntv grubu da diyebiliriz- ne yapardık ,nasıl böyle orjinal dizileri keşfederdik bilemiyorum.The Big Bang Theory 20 dakikalık sitcomlar şeklinde. Genel bir kaç konu dışında -Penny ve Leonard arasındaki ilişki vs- bölümler birbirinden bağımsız -bu bağımlılık yaratmayacağı anlamına gelmiyor tabi-. Biribirinden farklı ve renkli 4+1 karakter.Böyle diyorum çünkü dördü dahi biri kendi halinde cafede garsonluk yapan fıstık görünümlü penny.Hani fıkralarda olur ya bir İtalyan bir İngiliz vs diye buradakilerde neredeyse öyle bir hintli ,bir sapık,bir kaçık,bir vasat sosyal dahi ve onların yanında hafif kıt kalan şeker komuşuları Penny.



Her bölümde sanki felsefe salatasına batıp batıp çıkıyorsunuz ama bu zevkli bir şekilde oluyor .O karmaşık teorilerini anlatırken azıcık yamulsanız da anlamamaya bağlı bağırsak düğümlenmesine yakalanmıyorsunuz.Bir şekilde dozajı tutturmuşlar çünkü.
Sheldon karakteriyse sizi cinslikleriyle çılgına çeviriyor ,ona gıcık oluyor ,uyuz sıfatlar takıyor ama yine de alışıyor ve seviyorsunuz diğerleri gibi.

Kesinlikle vakit kaybı değil.Bir kere izlemeden yorum yapmayın.Uçlardaki beyinleri izlemek size çok zevk verecek.Belki bir Leonard ve Sheldon isteyeceksiniz hayatınızda.


Not:Geçenlerde cnbc-e dergisinde belirtmişler ,dizinin danışmanı gerçek bir bilim adamıymış ve o evdeki tahtalara karalanan tüm denklemler gerçekmiş.

Perşembe, Eylül 24

The Pursuit of Happyness-Umudunu Kaybetme-Arşivimden:17

Will Smith ve kendi oğlu Jaden Smith başrolleri paylaşıyor bu filmde ...Filmin genel hali türüyle ilintili biraz durgun fakat hayat da her zaman inanılmaz hareketli değil diy mi? .. .



Küçük oğluyla o kadar tatlı bir çift olmuşlar ki hüzünlü anlarında buruk da olsa gülümsüyorsunuz.İşler bir kere ters gitti mi herşey üst üste gelir derler ya işte bu doğru ama normalde ilk çukurda bir yerimizi kırar , bir daha da yerimizden kalkmak istemeyiz.Fakat bu adam neresi kırılsa yola devam ediyor yani Smith insana sürekli dört ayağı olmadan yere çakılmayı resmediyor.Onun umudunu kaybetmeye niyeti yok ne hayattan ne de çok sevdiği oğlundan...Will Smith -en tatlı siyahi oyunculardan biri kanımca- hakkını veriyor rolünün ve onun hemen her tipe girmeye kabiliyetli olduğunu biliyoruz.





Sıradan bir hayat belki sıradan bir hikaye ama asla duygusuz değil .Konuya daha fazla girmeye gerek yok,izleyin ...





Not:Bu baba -oğlu çok sevdiğim için bol bol fotoğraf koyuyorum.

Cumartesi, Eylül 12

NICHOLAS CAGE- Portre:2



Bu adama başlık açmasam tüm sinema hayatıma ihanet etmiş gibi hissederdim sanırım ,tamam o kadar da ağır olmazdı ama gerekliydi işte.İzlediğim filmleri anlatılmak istendiği gibi anladığım zamanlardan beri -bu da ortaokul başlarına tekabül ediyor sanırım,daha önceki yıllarda bir filme karşı bir duygu hissettiğimi hatırlamıyorum pek ve bu da kriterim oldu- bu adam benim hayatımda.Hayatımdan bir sürü insan geldi ,geçti ama Cage hep vardı.Her filmini bildiğim ve hazmetdiğim tek adam o.Sanki onun gelişimi gözümün önünde oldu ,işte bu acemi halleri işte burada kendini buldu,burada en iyi bakışını yaptı ,bu en şevkatli hali vs vs.Lisedeyken beğendiğimi söylediğim kimseler hey bu adam yakışıklı değil ki derlerdi.İşte bu onların bittiği andır.Onu nasıl bir çırpıda sildiniz?Sizi sivri bir kazığa oturtabilirim ya da daha uzun yollu ama zevkli işkence yollarını keşfedebilirim üstünüzde ,bu ne sığlıktır!İşte böyle derdim içimden.Şimdi daha uygarım,sadece ölmelisin ,ölmelisin diyorum kısaca -çok da abartılı değil ha ,ne de olsa doğa kanunu insanlar gerçekten ölmeli değil mi ,sadece bunu dile getiriyorum-Herneyse ortalığı anılarım köşesiyle batırmadan karakterime dönüyorum.
Sevgili Nicholas cage buradan...şuradan...herneyse fan clublerde yazarlar ya özellikle vatandaşlarımız hollywood delikanlılarına 'bilmem ne seni çok seviyorum duy sesimi 'falan o aklıma geldi .Durum içler acısı bu konuda ,şuan aklıma gelen tek gerçekçi yol dört ve üçüncü elleri de geçtikten sonra menajerine ulaşıp ona not bırakmak ,önemli bir kişi olduğunuza inandırıp ,bir telefon görüşmesi koparabilmektir ya da katrilyon ihtimalleriyle bir kitapçıda karşılaşırsınız falan.-Lisedeyken bir şekilde bir popçunun menajerinin numarası geçmişti elimize,en azından biz öyle olduğundan emindik,peki ne yaptık, merhaba ben bilmem ne gazetesinden köşe yazarı şuyum, ... ile röportaj yapmak istiyorum yazıp,mesajı okumalarını dileyip, kendimizce onları oynatmış ve dalgamızı geçmiştik.Tamam saçma biliyorum ama o zaman çok eğlenmiştik.- Yine aynı şeyi yaptım işte anılarım meselesi yani,kendimden arınmak ,bir daha toksine bulanmamak istiyorum!
Cage'in o koca koca mavi gözlerini en iyi hangi filmde görebiliriz derseniz City of Angel derim,aynı anda hem ıslanmış kedi yavrusu, hem de koca bir boru yutup akşam ne yedim de böyle oldu ki suratına sahip olduğu filme de tabi.




Snake Eyes'de sevilesi sayılmayan ama uyanık,The Family Man'de kafa karıştıran ve şükrettiren, Face of Face 'te önce uyuzun teki sonra pek iyi sonra yine uyuzun teki olabilendir o.Corelli'nin Mandolini'nde nötr kalırken,National Tresure'da ne kadar zeki olduğundan dem vurursunuz.Televizyonda 8 mm'ye bakarken bir yerinize kramp girer,sıra 60 Saniye'ye gelince aklınızda kalan Jolie'nin sarı ve ona yakışmayan saçları kalır sadece.Çünkü televizyonda onu ışıl ışıl parlatan filmleri nadiren yayınlanır.3900 kez City of Angels 'ı yayınlayan Trt'ye sırf bu yüzden binlerce teşekkür edilebilir.Show'da yayınlanmış ,adada geçen uyuz bir filmi vardır ki adını hatırlamakta güçlük çektiğim tek filmidir.Fakat olur böyle şeyler,bir sefer bile 5 'ten düşük almasak ,yüksek notun kıymeti kalmazdı değil mi? Ghost Rider'da tam yaşlandı denecekken filinta gibi karşımıza çıkıp, baklavalarıyla azmini ispat etmiştir o.Dünya Ticaret Merkezinde'ki bıyıklarını yolacakken önemli olanın oyunculuğu olduğu akla gelir.
Yıllar geçer ve günümüze yaklaşınca iki tane Cage görürüz; biri fantastizmle bugünden kopan ,diğeri tam olarak şu ana ait ve geleceği protesto eden ...Cage her zaman başarılıdır amma uç değildir,onun sevmeyeni yoktur mesela ama onların hepsi seveni de değildir.Çok yakışıklı sayılmaz kabul ama çirkin diyen de çıkmaz,çıkarsa da öldürün gitsin.

Şimdi bir yapma dişleri var beni sinir eden ,bir de Japon eşi -haşa ırkı mühim değil sadece son aşkı olması hasebiyle beni sinir etme şerefine ulaşmıştır-...Şaka bir yana sinemaya katkılarından ötürü teşekkür edilecek bir oyuncudur,ayrıca Dresden Files da niye tutulmadı anlamadım,param boşa gitti demesin ,dizi soğuktu -başrol sinirdi , mesela daha önce bahsettiğim Shane West'i burada değerlendirebilirdim bana kalsa,şöyle sert sert bakardı da karizması yürürdü en azından- onda sorun yok.


Not:Yeni nesillere tanıtın bu oyuncuyu ,mesela ilerde çoluğunuza anlatın sabah akşam. Mahallenize ismi verilsin diye başvurun belediyeye ailecek ve mümkünse meydana büstünü de isteyin. Oluşturduğunuz yardım fonuyla adına city of angel çeşmesi yaptırın ve içine bozuk para attırıp geceleyin cebe doldurun. Torunlarınızın kulağına Nicholas ismini 3 kere çığırın .Tüm bu saçmalalıkları yapmayı kafanıza takmanız bile delilik belirtisi olacağından ve de bahsi geçen cümleleri tartışmasız yadırgadığınız için ,hem kendinizle hem de hala sağlam olan aklınızla iftihar edin efenim saygılar.

UZAKTAKİ ANILAR- A WALK TO REMEMBER-Arşivimden:16

Evet 2002 yapımı bir film Uzaktaki Anılar...Shane West ve Mandy Moore başrollerde...
İzleyenlerin yaptığı yorumlarda belirtilmiş evet senaryosu aman aman orjinal bir şey değil ama bir yerinden kendini sevdirebilen bir yapısı var.Hani Türk filmleri de hemen hemen aynı temellere oturur ama yine de onlarcasını izlemiş ve zevk almışızdır ya bu da öyle.
Spoiler çok da önem teşkil etmiyor ayrıca belki bir ayrıntı vardır onu da vermeyeceğim zaten. London ve Jamie lisede okumaktadır.London, Amerikan fimlerinde sıklıkla gördüğümüz okulun ünlü ve herkesle dalga geçen grubundadır.Arkadaşlarıyla tehlikeli oyunlar oynar,insanlarla eğlenir,okulu ve kuralları önemsemez.Jamie ise alabildiğine zıt, sıradan bir kızdır.Yani tek derdi dersleri ve insanlara yardım etmek olan,eğlence ya da kensine bakmakla alakası olmayan...


Bu ikisinin yollarıysa London'ın her zamanki eğlencelerinin biri sonunda, okul müdüründen aldığı cezayla kesişir.Müdür, onu okuldan atmak yerine ,sosyal aktivitilere yönlendirir;tiyatro,özel ders hatta okul temizliği...Gerisini tahmin edersiniz,başta çırpınmasına kendine yedirememesine rağmen ,yaşantısına uyum sağlar,iyi bir insan olmaya ve Jamie'ye yakınlaşmaya başlar...
Gördüğünüz gibi çok da ilginç değil ama ön yargılı olmamak gerek,izleyip öyle tartışalım bunu. Söylemediğim sonuysa gayet hoştu,aslında en çok memnun eden kısmı son 10 dakikaydı.İnsanda bir tebessüm bırakıyor.Hem Shane West'i de markaja almış oldum bu filmle -bir rockçının hayatını canlandırdığı bi filme denk geldim araştırırken ve fragmanını yarıda bırakıp çarptım kapıyı çıktım siteden.Parası mı yoktu acaba ?Oynamak zorunda mıydın o rolde?Bak gelseydin de Yaprak Dökümü'nde 2 bölüm oynasaydın nasıl kırıyordun parayı .Doğan grubu seni ham eder , üstüne su içmezlerdi.Herneyse olan olmuş,o filmi görürseniz izlemeyin diye söyledim.-.

Arada bir böyle fimler de izlemek lazım ,yani son teknolojilerin kullanıldığı,yamulup yumulduğumuz ya da yerimizde duramadığımız filmler dışında dinlendirmeli de insan kendini,hafif hafif romantizm bulduğu yere atlamalı ve masalsı da gelse de o an için inanabilmeli ...



Not:Twilight'da bu ikisi güzel bir çift olabilirdi,özellikle de Shane West şahane olurdu.Böylece şuanki amatör görüntüler -kitabı önceden tutulmasa filmi bu kadar gündeme gelmezdi gençler arasında ,yani dua etmeliler - aza indirgenirdi,ah şu kadro seçimini bana vereceklerdi ki!

Cuma, Eylül 11

MÜZEDE BİR GECE 2 -NIGHT AT THE MUSEUM2-Arşivimden :15



Normalde Ben Stiller'ın bazı komedi filmlerinden hazetmem -hani elvis gibi giyindiği bir film vardı misal- ama bu diğer filmlerinden daha farklı ,aslında kategoriye sokamadım .Birincisini sevenler bunu da seveceklerdir.Tabi ilkinde herşeyi ilk defa gördüğümüz için daha ilgi uyandırıcı gelmişti.
Müzede geceleri tek tek canlanan dostlarımız bu sefer mısır tabletinin başka bir müzeye taşınmasıyla büyük bir tehlikeye girerler.- Birincisini izlemeyenler için açıklayayım ,müzede bulunan eski bir tabletin etkisiyle müzede bulunan balmumu heykeller ,hayvanlar geceleri canlanmakta ve müzede diledikleri gibi hareket edebilmektedir.Tabi aralarında savaşçılar,yırtıcılar da vardır ve rahat durmayacaklardır.Larry ise gece bekçisi olarak girdiği ilk gece bu durumla yüzleşir ve bir ton maceradan sonra Robin williams'ın da yardımıyla işleri tatlıya bağlar- . Çünkü o tablet olmazsa bir daha canlanamayacaklardır.Müzeye işi sebebiyle uzun süredir uğramayan Larry ise son anda durumu öğrenip ,engel olmak için plan yapar.Tabletin taşındığı müze ise diğerinden bir hayli büyüktür ve oradaki herşeyde gün batımından sonra canlanmaya mahkumdur.Bunu engelleyemeyen Larry Bir B planıyla olayları halletmeyeye çalışır ama müze çığrından çıkmıştır .


Artık Alcapon,Napolyon ve daha fazla tehlikeyle uğraşmak zorunda kalacaktır...
Tabi bu sefer filmde aşk kırıntısı da yakalıyoruz.

Vakit geçirmek için eğlenceli ,hoş bir film derim,izleyin efenim...

Perşembe, Eylül 10

İLK 50 ÖPÜCÜK- 50 FIRST DATES-Arşivimden:14




Bir Adam Sandler filmine hoşgeldiniz.Bua adamın tarzını bilenler aşağı yukarı nasıl bir film izleyeceklerini tahmin ederler.Genelde ailenizle izleyebileceğiniz ,hoş vakit geçirten filmlerdir.Zaten filmler değişse de ,Sandler değişmiyor,hep kendi karakteriyle dolanıyor gibi - açık sözlü ve patavatsız,kafasının dikine giden, pasaklı ,savruk herşeye rağmen içten ,sempatik -.
Drew Barrmore'la birlikteler bu filmde. Henry kadınlara yaz aşkı yaşatıp ,kalplerini kırmadan ortadan kaybolan biridir.Şimdiye dek onlarca kadınla çıksa da bağlanmamaya kararlıdır.Zaten morsları incelemek gibi bir hayali vardır ve bir kadın ona ayak bağı olabilir.Bir cafe'de tek başına oturan ve waffle 'lardan kule yapan kızı farkeder,bu onun sonu olacaktır,çünkü bir anda tutulmuştur kıza.Kızla güzel bir gün geçirince ertesi günde aynı yere gelir fakat kız ona sapık muamelesi yapıp Hery'i tanımadığını söyler .Sonrasında ise acı gerçeği öğrenir.Lucy nörolojik bir rahtsızlıktan ötürü ,her günün sonunda tüm yaşadıklarını unutmaktadır ve bir yıl önce geçirdiği kaza öncesi günde takılıp kalmıştır.Henry ise her yeni günde kendini yeniden yeniden tanıtır.



Lucy her seferinde daha zor inanır fakat Henry pes etmeyecektir...İşte böyle devam ediyor.Bana groundhog day'le, Memento'dan -tamam bu çok ayrı bir film ama- esintiler var gibi geldi.


Tabi tatlı ,semptatik bir film . Soğuk kış günlerinde haftasonu izlenebilir...

Perşembe, Eylül 3

ÖLÜ GELİN-The Corpse Bride-Arşivimden:13



Eveeet,bir Tim Burton filminde daha birlikteyiz.Bu sefer Burton efendiye yine ne püskürdün vs demeyeceğim -bu sefer daha iyimser ,en azından kişiler içlerinde iyilik taşıyorlar ,fedakarlık yapıyorlar vs.-Tabi yine cinsler ama adamın tarzı bu - ,alıştık.Karakterlerin yüzde yetmişi ölü olsa da orjinaller - ölü olmalarıyla orjinaller zaten ne diyorum ben-.Nightmare Before Christmas filminden beri teknoloji epey gelişti çok şükür ve elimizde böyle bir film olabildi.Burton'un o filmini izleyenler zamanında güzel gözüken ama şimdi hamur topağı şekilleri gibi gelen görüntüleri hatırlayacaklar ve bana katılacaklardır. Hikayede asil iki ailenin kızı ve oğlu evlendiriliceklerdir.Her ne kadar başta ailerinin zoruyla bir araya gelselerde birbirlerine çabucak alışır ve sevebileceklerini anlarlar.Düğün provası kızın ailesi için çok önemlidir ,fakat damat Victor bir türlü yemini ezberleyememiştir ve prova tamamlanamaz.Issız ormanda sözleri tekrarlarken yüzüğü kuru bir dal sanarak ölü geline takar ve ölü gelin yattığı yerden kalkıp evlilik tekfini kabul ettiğini söyler ve böylece bir dizi olay gerçekleşir...




Eğlenceli ve de duygusal da olabilen bir film tabi daha çok finali.Peki seslendirenler kimler başta Johnny Deep tabi ki -bu çocuğa kesin ömürlük kontrat imzalattı Burton yahu ,ben de olsam öyle yapardım aferin- ölü gelinse ,Helena Bonhem Carter ,bu isim de kim denebilir ama Sweeney Todd'dan hatırlayabilirsiniz -yine Tim Burton filmiydi ve ikisi başroldeydi tabi bu daha önce çekildi-.

Zaten aman aman uzun değil o yüzden bu türü sevmeyen varsa da vakit kaybetmez fazla.Zevk alacağınıza inanıyorum sizin de .İzleyin,izleyin ve izleyin...

Not:Dikkatimi çeken daha doğrusu aşikar olan bir şey de ,filmden Viktorya dönemi -yine şu dönem- diye bahsedilmesi üstüne karakterkerin adının Victor ve Victorya olması ilginç değil mi?Bu işte Tim'in - kanka gibi oldu bu da saygım sonsuz efenim-parmağı olduğuna her iddiasına varım.

PENELOPE 2006- Arşivimden:12



Bu filmi tamamen sıkıntıdan seçtim ve konusunu okuyunca suratım çürümeye yüz tutmuş peynire bakar gibi oldu, domuz burunlu bir kız mı? Başka bir şey bulamadınız mı demiştim.Ne bileyim ayda üç gün kurt adama dönüşmek misal ,ürkütücü ama karizmatiktir.Öyle bir karakterden başta kaçar, sonra yapışırsınız .Peki ya domuzların belirgin fiziksel özelliklerine sahip - koca bir burun, benekler,kapkalın şahdamarı...-bir kıza karşı ne hissedersiniz? Neyse tüm bu saçma sorularla filme başladım.Doğrusu beni utandırdı Penelope.Sanki böyle bir şey gerçekten olmuş da ben de onu yargılayan insanladan biriymişim gibi. Olsun sonuçta şu an çok tatlı bir film olduğunu düşünüyorum.Kırmızı yeşil olan afişi hemen Amelia'yı hatırlatıyor ama filmin alakası yok tabi.Bir buçuk saati biraz geçkin olan filmden herhangi aksiyon olmasa da sıkılmadım.Zaten sonu için değerdi.Duygusal davrandığımı biliyorum sonunu ön plana çıkarmakla ama duygulardan arınamayız değil mi?Her neyse çok az filmin içeriğine geçeyim.Lanetlenmiş kız -domuz burunlu olarak vs. doğmuştur- ,laneti üstünden ancak olduğu gibi sevildiğinde kurtulacaktır.Tabi ne kadar zengin ve asil olsa da görüntüsü buna engel olmaktatır.Annesi de onu bebekliğinden beri koca adaylarını göstermek dışında insanlardan tecrit etmiştir.Fakat Penelope belli bir yaşa geldiğinde duruma isyan eder ve ne olursa olsun özgür kalmak ister.Olaylar hem onun hem de ailesinin hiç beklemediği şekilde gelişir.



Filmdeki kızımız Penelope -Christina Ricci- da başrol erkeğimiz Johnny de-James McAvoy- rollerine çok yakışmış.Tabi Johnn'yi görünce hey bu da kim dedim .Russell crowe'la ,Transformers'ta ünlenen çocuğun -Shia LaBeouf ,ne ilginç ad soyad diymi mitolojiden çıkmış gibi,merhaba ben LaBeouf ,Shia LaBeouf ismim bile yeter büyülüyorum değil mi?vs vs- kırması gibi geldi .Kendisini pek bir beğendiğim için -bazı oyuncular serseri gibi durur,hiçbirşey yapmaz ama yine de çeker ya bu da öyle- filmlerine doğru bir yolculuğa başlıcam efendim ,yazmaya değer olursa da paylaşacağım.



Zaman zaman Penelope'ye acıdığınız sahneler olsa da genel itibariyle gülümseten şeker bir film efenim .Özellikle masalımsı şeylerin günümüze uyarlanmasından zevk alıyorsanız buyrun. Hiddetle tavsiye ediyorum ...

Salı, Eylül 1

Şarkılar neyi söyler?

Baştan söyleyeyim bu melonkolik-duygusal bir deneme girişimi falan değil.Sadece aklıma gelen bazı şarkıların insanda uyandırdığı etkiyi bir kaç cümlede özetleme durumu diyelim .Olamaz yine duygusal bir şeymiş gibi bir açıklama oldu ama değil inanın ki!Dinledim ve ilk aklıma gelen şey neyse yazdım..Neyse susayım da okuyun siz de kurtulun ben de.

Not:Bu şarkılar belli bir kişisel zevke göre sıralanmamış ,rastgele seçilmiştir.Liste tarafsızlığın tarafında yer alır.

Başlayalım:

BEDÜK-AUTOMATIC:'İnsanda şu bizim Bedük ya hadi elektrik dansını deneyelim he he'hissi uyandırır.En ufak duygusal içerik vermez ,elektrik boşaltır.

KAISER CHIEF-NA NA NA NA NAA: İnsanı uyuz eder,özellikle na na kısmında kaşıntınız hat safhaya ulaşır.

MUSE-SUPERMASSIVE :Bir işe başlamadan evvel enerji toplamak ve motive olmak için kullanılabilir ,özellikle de supermassive kısmını söylemeden önceki inişli çıkışlı kısmı kafa döndürme hissi verir.



NORAH JONES-LOVE ME TENDER: Bir fon müzik edasındadır,salındığı odada sakız gibi uzar uzar.Kahveyle birleşince tadı hoşlaşır.

BUSH-GLYCERINE:Orta halliysek ve ufak çaplı bir kafa dağıtma istiyorsak işe yarar.Şarkıyı azıcık da olsa sevmek için sadece ve sadece o şarkıya adapte olmak gerekir yoksa sinek vızıltısı hissi uyandırır.

ZARA-KEDERLİ GÜNLERİMDE: Şöyle bir fasıl havasına sokar,aaa kısmını söylettirir nefesimiz yetmese de.

LIFE AND DEATH(the bucket list's soundtrack): Filmi hatırlar ve hafif hafif gülümsersiniz, başka da bir şey yapmazsınız.

CEM KARACA-EŞEĞİ SALDIM ÇAYIRA:Manidar olması yanında uslübuyla kanal kapattırracak cinstendir.Hicvin sopa çeken türüdür,daha fazlasını da yapabilir ama burada söylenmez.

VEGA-BU SABAHLARIN BİR ANLAMI OLMALI:Aslında umutsuz olduğumuz ama tersiymiş gibi kendimizi kandırdığımız zamanlarla örtüşür.

MOZART-PACHABEL :İnsanı farklı bir zamana götürür -17 veya 18. yy olabilir -.İçinde umut kırıntılarını yükselten kısımlar bulunur ,akıcı ve zevklidir.Klasik müzik deyince uykusu gelenlere bile önerilebilir kanımca.

SARA MCLACHLAN-ANGEL: Kahvelik şarkılardan biri daha ...Yumuşacıktır,her zaman dinlenmez.

ASLI-KÖRDÜĞÜM: Kendi kendimize boş triplere girmek, istediğimiz hafif yapmacık duygusallıklarımızda mekana uyabilir.

YUSUF İSLAM-SALLİ ALA MUHAMMED:Ramazan aylarını,en çok da Show Tv'yi hatırlatır.Duygu yoğunluğu , eğer daha önce Show Tv ile özdeşleştirmemişsek yaşanabilir.



MAZHAR ALANSON-SÜPERMEN:Ne hissettiğinizi pek de kafaya takmadığınız öylesine zamanlarda tatlı niyetine iyi gider.

MUSE-ABSOLUTION:Hafiften tozutuk zamanlarımızda dinlenebilir,amaçsızdır.

MATCBOOK ROMANCE-MONSTERS:Hafif enerji yükselmesi sağlar başka bir atraksiyonu yoktur.

RESUL BALAY- NAZLI YARİM HABER SALMIŞ:Haince listemi taramalıyla delik deşik etmiştir.Parçasını dinlemek kime nasip olursa o kişi 7 gün içerisinde bırakın telefonu ,mail bile almadan çatlar ölür.

FERİDUN DÜZAĞAÇ-BENİ BIRAKMA:Biri sizi terketti ya da platonik hezimete uğrattı ve üzerinden kriz dönemini atlatacak kadar süre geçtiği halde sürünüyorsak oraya cuk oturur.Yere bakıp kafamızı sağa sola sallar,amaçsız amaçsız la la kısmını söyleriz.

GOMEZ-NOTICE:Hiç bir duygu uyandırmaz ,öööle dinlenir.



NİL-EMİNİM SEVMEDİĞİNE:Evde pijamalarla ve küçük zıplamalarla söylenir,saç uzunsa dağılması umursanmaz.

NORAH JONES-SOMEWHERE OVER THE RAINBOW:Yeşil ve rengarenk çiçeklerle dolu bir patikadan yürüyormuş gibi dinlersiniz,minik minik umuttan yıldızlarınız falan olur.

DUMAN-YÜREKTEN:Amaaan,öööf...şeklinde bıkkınlıkla halsizlik karışımı durumlarda ve ağrılı romantizmalarda dinlenir.

APOCALIYPTICA/HIM/THE RASMUS-BITTERSWEET: Ay ışığı düşmüş ıssız bir sokakta bağırdığınızı hayal eder ve kurt adam yalnızlığını yaşarsınız.



ANATHEMA-ONE LAST GOODBYE:İşte bu parçada taraflı davrandığımı itiraf ediyorum,bu şarkı beni lime lime dip kuşbaşına çeviriyor her seferinde.Tarafsız açıklarsam ,çok mutluyken dinleyemediğiniz ve duygusal boşluk durumlarında 'ah uleyynnn' şeklinde bağırtan bir parçadır.

SKY CAR-3D:Yukarıdaki parçalarla uyumsuzluk hissi verir çünkü öyledir.Bu masaüstü uçak oyunudur. Bu listeye nereden sızdığı bilinmemektedir.

Pazartesi, Ağustos 31

İSMEK KURSLARI



Bunu yazdığım tarih içinde fazla görecek arkadaş olmasa da ,her ne zaman görürseniz işe yarayacaktır.Bilmeyenlere anlatmış ,unutmuş olanlara hatırlatmış olayım.Bu kurslar ele geçmez arkadaşlar.Bedava yahu bedava.Ben bir kaç sene evvel duyduğumda nakış-dikişten başka bir şey yoktur eminim ve basit bir kaç dersten oluşuyordur diye düşünmüş ve hata etmiştim.Oysa o kadar çok branş var ki - resim,diksiyon,ingilizce,gitar,solfej,bilgisayar,giyim,fotoğrafçılık...- seçemiyorsunuz.Ayrıca sertifika veriyorlar.Çizimi,resimi çok severim ama o daldan sertifika alacağımı hiç düşünmezdim.Tabi şimdilerde daha çok kariyere faydası dokunacak alanlara bakıyorum.Herneyse kendimi geçelim de kaybedeceğiniz hiç bir şey yok.Ortalık bir sürü bize gelin sudan ucuz bilmem ne kursu, diye bangır bangır bağırıp sonra da insanı hem parasız, hem de boş bırakan kurs tellallarıyla dolup taşmaktayken burası resmen sütten çıkmış ariel beyazlığında bir yer.Bırakalım şimdi belediyeyi protestoyu falan da gerçeklere gelelim ve yararlanalım bu hizmetten efenim.Tabi bazı kurslarda da çok ileri seviyeye atlatıcak mucizeler beklemeyelim,örneğin İngilizcede -Hiç bilmiyorsanız işe yarayacağı muhakkak tabi - ama mutlaka bir şeyler kapacağınız alanlar var. Kurs bitince Topbaş'tan zarf içinde gelen mektupta küçük çaplı bir koltuk kabarmasına yol açıyor ayrı mesele.

Ayrıca kimlik fotokobisi dışında gereken bir şey yok arkadaşlar ,tabi bir çift de ayak, sizi üşengeçlikten sıyırıp en yakın kursa götürebilecek...İsmek'in sitesini inceleyin ve en uygun kursu bulun arkadaşlar,rastgele...

Not:İlk kayıt sırasında tek bir branşa kayıt oluyorsunuz ama Ekim gibi kurslar başlayıp kimi insanlar dökülmeye ve aksatmaya başlayınca diğer kurslara da kaydolabiliyorsunuz ,tabi fazla abartmamak lazım canım...
Sitemle karışık övgümsü:Bu tür hizmetlerin gayet faydalı olduğu kesin .Yani hem hobi hem de meslek edindirme kurslarını halka açık ve ücretsiz yapmak güzel iş .Ah bir de istihdam meselesine el atılabilse de insanlar açıkta kalmadan ,kendi çapında mutlu mesut yaşabilse değil mi?

MY SASSY GIRL- Benim Hırçın Sevgilim- Arşivimden:10



Baştan söyleyeyim bu bir çok izleyicinin sandığı amerikan yapımı bir film değil.Bizim sempatik kuşağın yani Güney Korelilerin filmi.Filmin aslı onlara ait ama uyanık Amerikalılar filmi beğenince kendi versiyonlarını çekmiş her ne kadar tiraj elde etseler de diğeri kadar başarılı olmadığından eminim.Yaw filmin oyuncuları zaten şeker- sempatik insanlar , hikayeye de oturmuşlar eee sen niye adamların hikayesini alıp, filmiyle caka satıyorsun.-Bazen Amerikalılardan nefret ediyorum bazen de üretebildiklerinden ötürü edemiyorum - Kızdım tabi ki canım aaa herşeyi endüstrileştirecekler illa. Neyse neyse filme geçelim.
Film bir hikayeden uyarlanmış ve tam 136 dakika .Evet yanlış duymadınız.2 perde şeklinde diyebilirim.İlk kısmından azıcık uyuz olabiliyorsunuz yani pek bir atraksyon ya da romantizm ögesi diye ama 2. kısmı çok eğlencelive masum.Daha önce benzer bir film izlemedim bile diyebilirim.Tabi öpüşme sahnesi olmadan çekilen bir romantik komedi olmasıyla - Hollywood yapımlarının hangisinde rastlanmıştır acaba buna,adamlar en olmadık yerlere bile bazı sahneleri yerleştirmekle bir halt yaptık sanıyor- da kalbimi tam ortasından fethetti.



Finali de mükemmel -azıcık Türk filmi vari ama orjinal- olmuş.İyiki izlemişim dediğim filmlerden.Farkettim de konusunu hiç anlatmamışım ,izlenimlerimi anlatmaktan fırsat bulamadığıma göre iyi bir film olduğunu tahmin edersiniz.Sevgiliniz varsa alın ,izleyin ve birlikte gülün, sen bana bunu yapar mıydın ya da benim için ne yaptın falan diyin hatta...Yoksa da üzülmeyin aman olsaydı da yanımda vs vs..diye isteri oluşturan bir film değil zaten...Böyle vıcık vıcık, uyuz bir film de değil...Amma uzattım değil mi? Her kesim izleyebilir işte onu demek istiyorum...



Not:Filmdeki hatun çok şeker yahu ,erkek olsaydım P.Anderson gibi sapıkfanları olan kadınlara değil de, bu kız gibi doğal güzelliklere bakacağım kesindi...

Perşembe, Ağustos 27

HOUSE - TV Dizisi-Dizilerim:2




Bu diziden bahsetmemek çok çok ayıp olurdu özellikle de Dr. House'a... Bundan bir yıl kadar önce cnbce'de yayınlanmış dizileri karıştırırken - dizileri düzenli olarak eş zamanlı izlemem mümkün değil ,Tv sayısı ne kadar olursa olsun ,herkes kendi izlemek istediğini direticek ,ayrıca ben evde yaşı en küçük ve kumanda efendisi olma konusunda en az yetkili kişiyim,herneyse alıştım - , House'a rastladık -kimle mi abimle tabi ki onun varlığına duacıyım yoksa müzik zevkim arabeskle örülmüş, filmlerimse Yerli Türk sinemasının en tırmalayıcı ürünleriyle sınırlanmış olurdu,tamam bu kadar feci olmasa da iyi olmazdı,böylece diğer aile bireylerini fazla mı eleştirmiş oldum yok canım affederler beni eminim, çünkü aile böyle birşeydir sen onları eleştirirsin ,beğenmezsin onlar da seni affeder vs. çok mu konuştum ok sustum - . Sıradan bir doktorluk dizisi olduğundan emindim.İlk bölümü izledikten sonra böyle bir diziyi nasıl 2 sezon yayınlarlar demiştim.Sanırım bir sürü çığlığı duymuş olacaklar belli bir aradan sonra devam ettiler çekmeye.
Konusuna gelirsek,Gregory House özel bir hastanede ,Tanı koyma departmanında -bunu vikipedia'dan gördüm ,ilk defa duyuyorum çünkü-çalışan bir doktordur ama pek de sıradan biri sayılmaz.Kurduğu ekbiyle birlikte teşhisi en zor hastalıkları bulur ve tedavi eder .Baktığımızda özeti bu kadar kısa ama izlerken sıkıldığımı hiç hatırlamıyorum.Bizim doktorlar dizisi sakın aklınıza gelmesin hatta onu unutun -o da grey's anatomy'den bir hayli esinlenilmiş bir dizi zaten,esinlenmek eksik kalır ama neyse- .Doktor Gregory House başlı başına olay zaten.Aksak ayağıyla dolanıp öfke saçan,inanılmaz sivri dili olan ,duygu özürlü ve insanlarla başı dertte olan birine ne zaman sempati duyarsınız?Bu dizide.Gerçekten inanılmaz zekasıyla hayran bırakıyor -bir de bir kaç bölümde bir değişen Nike ayakkabıları beni öldürüyor ,reklam diye buna derim ,hey bu adam bölüm başına 50 bin dolar alıyor zaten Nike'tan kime ne !- ve onda duygu kırıntıları aramak da ekibiyle olan didişmesini izlemek de çok zevkli .Dizi sadece onun etrafında dönmüyor elbette sürekli ondan bahsetsem de .Diğer elemanların da hikayeleri var .İzlemeden anlamanız zor ,lütfen izleyin o yüzden ama en başından itibaren -bulun bir yerden canım-.



Bu arada az önce sırf vakit öldürdüğüm fimlerden birinde - High Fidelity ,pek beğenmedim ne biliyim bir kaç iyi yeri olsa da övdükleri gibi değil - bahsedildi diye Massive Attack şarkılarını dinledim,tam sıkılmışken neye denk geldim House'ın başlangıcında çalan parçaya tabi.Meğer Massive Attack yapmış parçayı -Teardrop-. Kendimi muşmula ağacında elma bulmuş gibi hissettim- ben buldum ben bulduum- Size göre önemsiz gelebilir tabi susayım mı tamam yine sustum.

Çarşamba, Ağustos 26

İŞARET - MARKED- gece evi serisi - Kitaplarım:4



Sert başlamayacağıma söz verdim ama tutamayacağım kendimi, bu kadar olmaz ki! Okuyucuyu gerizekalı falan mı sanıyorsunuz yahu.Herşeyiyle basit bu kitap. Dili,konusu,kurgusu...Gece evi serisi diye bir şey duyunca 'vuu yoksa dadanabileceğim kitaplar bir arada mı? ' demiştim.Fantastik diyince akan sular durduğu için hemen gidip aldım.Birincisi kitabın puntosu o kadar büyük ki ve boşluklar bilmem neler de hat safhada ki süzseniz 150 sayfa etmez.İkincisi daha ilk sayfalardan uslübu itiyor - fazla basit -.Satır aralarına koyduğu dipnotlarsa bu kadar gereksiz olur.Mesela kızın yediği mısır gevreklerinin markasını ya da bir alışveriş dergisinin adını gerçekten çok merak ediyorduk ,sağolsun. Aslında değerlendirmeye almamam gerekirdi bu kitabı ama almayanlara küpe olsun diye yazıyorum.
Konusu Harry Potter'ın çakması diyebiliriz.Sadece bu sefer ki şimşek şekli gibi işaretlenmiş ,büyücülük okuluna giden bir çocuk değil,hilal şekliyle işaretlenmiş vampir okuluna giden bir kız...Okurken kendimi 15 yaşını aşamamış, ergenliğiyle başı dertte, sivilceli bir kız gibi hissettim .Tamam hitap ettiği kesim o yaşlardır belki ve ben bunu almadan önce farketmemiş olabilirim ama bu kitabın kalitesinin tartışılmasında onu öne geçirmez.
Bir de önsözde annemle yazdık yok bana fikirler verdi dememiş mi - sanki mucize yaratmış gibi-, testereyi alıp doğrayacaktım orada ikisini de.Oh,rahatladım sanırım bu kitapla kaybettiğim vakteydi isyanım.Beğenenlerden özür diliyorum benim gibi düşünenlereyse teşekkürlerimi sunuyorum...

Not:Bu kadar bayağı bir dil kullandığım için üzgünüm , kitaplara saygım vardır fakat kitap gibi olmayanlara değil...

12 ROUNDS - 12 Tuzak-Arşivimden:11



Pazar günü abimle fellik fellik ne yapsak da vakit geçse diye film arıyorduk.İftara 2 saatten fazla vardı ve direnicek gücümüz kalmamıştı -abartıyorum -.Bu filmi bulduk sonra ve sonrasını hatırlamıyorum.Çünkü akıp gidiyor.Yorumlayanlar doğruymuş , filmde sakin sahne yok çünkü.Hımm peki nasıl bir şey ki derseniz 'Zor Ölüm'ü ' hatırlayın ve başka bir versiyonunu düşünün derim.Zaten yapımcılarından bazıları da aynı.''Bunu nasıl düşündü?'' ''vay bee zekaya bak'' gibi cümleler kullanmıyorsunuz çünkü benzer filmlerde bu kelime stoklarını zaten kullanmıştınız.


Konusundan bahsedeyim ,başrol polisimiz bir dolandırıcının peşinden giderken sevgilisinin ölümüne sebep olur ve psikopat, zeki suçlumuz hapisten kaçar .Tabi öç almak içinde 12 bölümlük bir oyun oynamak ister,adamımız da uyar ve tek tek tuzakları tek tek geçmeye çalışır...
Sonuçta iyi bir film, izlenir .
Söylemeden edemeyeceğim ,filmin başrolünü gördüğümde - ilk defa gördüm sanırım- Matt Damon ve Heath Ledger karışımı bir kırmaya benziyor - bu yüzden ödül alacağımı sanmam- demiştim.

GHOST OF GIRLFRIENDS PAST - Hayalet Sevgililerim-Arşivimden: 10




İşte eşinizle ya da erkek arkadaşınızla izleyebiliceğiniz ve filmin son 10 dakikasında 'bak gördün mü senin de sonun böyle olur al sana al sana 'diye pat pat yapıştırabilceğiniz zevkli bir film...Erkeklerin kadınlara olan zaafının ,tersi durumun varlığından kat be kat fazla olduğunu hepimiz biliriz -hepimiz biliriz ama durumu ancak kadınlar kabullenir-. Fakat bu zaafın fazla ileri gittiği durumda neler olabileceğini ancak bunu yaşayan birinden öğrenebiliriz: Connor Mead...Kendisi süper şeffaf fotoğraflar çeken,fotomodelleriyle bir hayli yakın bir ilişkide olan bir yakışıklıdır - bu tartışılır - .Tabi kullanılmamış olanlarla çünkü bir kadının yüzünü nadiren iki kez görür.İşte böyle uyuz bir şekilde hayatını sürdüren Connor için yol tıkanır.Çocukluğundan beri tanıdığı ve aşık olduğu zamanla kalbine gömüp havasız bıraktığı Jenny ise ayrı bir problemdir.Amcasının -Michael Dougles- hayaleti bir anda ortaya çıkar ve onu yapacağı zaman yolculuğu için hazırlar.Bu sırada eski sevgililerinden biri de ona hayalet olarak eşlik eder.Connor geçmişinde yaptığı tüm saçmalıklara yakından bakınca ve kendi hayatının bodoslama duvara daldığını farkedince işleri düzeltmek için çabalar.



Biraz tırmalar ama sonunda kendini düzeltir ve bununla birlikte olaylar da lehine döner...Finale yakın kardeşinin düğününde söylediği cümleyse süperdi:
'Amcam her zaman ilişkide umursamayan taraf güçlüdür derdi,haklıydı...Ama güç mutluluk değildir...' İşte bu ya işte bu yani bu insanların farketmesi gereken bir nokta .
Konu olarak vs zevkli olduğu için vakit geçirmek için iyi bir film.Harika,bayıldım vs diye abartılamaz tabi ama hoştu ,izlenebilir.

Salı, Ağustos 25

FINAL FANTASY VII -Advent Children-Arşivimden:9




Şimdi bahsedeceğim film - animasyon diyeceğim ama haksızlık olacak- manyak bir olay . Bundan birkaç yıl önce Rise of Nations gibi oyunların başlangıçlarına hayran kalırdım ve abime 'neden oyun yanında bu kadar dandirik kalıyor ki onlar da böyle gerçekçi çizimler olsa ya' derdim , o da ' bunu yapmak öyle kolay değil 'demişti.Bu film işte tam olarak bunu başarmış.Çizimler ve grafikler için sadece muhteşem kelimesini kullanabilirim.Zaten ayrıntıları inceleyip ,hata aramaktan filmin konusuna zor dahil oldum.Bu film aslen erkek cemiyetinin yüzde 99 bildiği üzere bir bilgisayar oyunundan türemiş ki ben hiç oynamadım.





Karakterler de gayet iyi...Her sıradan insan gibi Cloud S. karakterine hayran oldum.Hep öyledir zaten, iyi niyetli,güçlü,karizmatik,duygularını içinde yaşayan vs tipler filmde spot ışığına maruz kalırlar ve izleyicinin kalbini kazanırlar . Çizim bile olsa .
Ayrıca göz hareketlerini de mükemmelleştirseler- bir insanın insan olduğunu ele veren en önemli unsurlardan biri olduğundan ve animasyonlarda göz hareketleri biraz donuk ve yavaş kaldığından- artık Oscarları çizim karakterler alacak sanırım.Daha fazla gevezeliğe gerek yok , izlenmesini kaba kuvvetle tavsiye ediyorum ...

Not:Karakterleri ve daha fazlasını merak ediyorsanız: www.square-enix-usa.com adresini ziyaret edebilirsiniz..

BURAYA BAKIN BİR DAKİKA!


Burada bulunduğunuz her saniye yaşadığınız evrene büyük katkılar sağlayacak demek isterdim ... Ancak tek söyleyebileceğim, kahvenizi alın da oturun ... Yani demek istediğim, hoşgeldiniz her kimseniz...